TÜM KUŞLAR GİBİ SÜLÜNLER DE EVRİM GEÇİRMEMİŞTİR
Evrimciler kuşların sürüngenlerden türediği
iddiasındadırlar. Ama bu iddianın hiçbir kanıtı yoktur. Aksine, böyle
bir değişimin imkansız olduğunu gösteren pek çok kanıt vardır. Örneğin
kara canlısı olan sürüngenlerin nasıl olup da uçmaya başladıkları sorusu
evrim teorisi için cevapsızdır ve nitekim bu, evrimciler arasında da
çeşitli spekülasyonlara neden olmuş bir konudur. Bu konuda başlıca iki
teori vardır.
İlk teori, kuşların atalarının ağaçlardan ağaçlara süzülen kara
canlılarından zaman içinde evrimleştiklerini, yani ağaçlardan yere
indiklerini [arboreal (ağaçla ilgili) teori]; diğer teori ise karadan
havaya yükselerek evrimleştiklerini savunur [cursorial (koşmayla ilgili)
teori]. İkinci teoriye göre, avlamak istedikleri sineklerin peşinden
koşan ve bu sırada ön kollarını, avlarını yakalamak üzere sıkça savuran
kara canlılarının kolları zamanla kanatlara dönüşmüş ve bu canlılar her
nasılsa kanatlanarak kuş olup uçmuştur! Bu iddialara göre bir kara
canlısında, hem son derece kompleks bir yapı olan kanat tesadüfen
meydana gelmiş, hem de bu canlı, son derece farklı bir anatomik yapıya
sahip olan uçucu bir kuşa dönüşmüştür.
Kuşkusuz ki, her iki teori de tamamen spekülatif temellere
dayanmaktadır. Teorilerin ikisi de hem son derece mantıksızdır hem de
bilimsel kanıttan yoksundur. Üstelik burada, evrimcilerin görmezden
geldikleri, kasıtlı olarak ihmal ettikleri önemli bir nokta vardır.
Cursorial teoriye göre kara canlılarının peşinden koştuklarını iddia
ettikleri sinek, zaten uçmaktadır. Bu canlı, saniyede 500 kere çarpan
kanatlarıyla, olağanüstü denge sistemi ve kusursuz uçuş tekniğiyle
mükemmel bir yaratılış harikasıdır. Ancak bütün bunlara rağmen
evrimciler yine de uçmayı bir şekilde başarmış bir kara canlısının
olduğunu “varsayarlar”. Yale Üniversitesi Jeoloji Kürsüsü profesörü John
Ostrom, evrimcilerin bu konudaki hayali yaklaşımlarını şöyle açıklar:
“Herhangi bir pro-avis’e (uçuş öncesi
canlıya) ait hiçbir fosil kanıtı yoktur. O tamamen kuramsal bir kuş
öncülüdür… Böyle bir canlının yaşamış olması gerekmektedir”.
(John
Ostrom, “Bird Flight: How Did It Begin?”, American Scientist,
Ocak-Şubat 1979, Sayı 67, s. 47) Böyle bir canlının, ancak evrimcilerin
beklentilerine göre yaşamış olması gerekmektedir. Ama gerçekte bu,
yaşanmamış bir evrim süreci ile ilgili uydurulmuş hayal ürünü bir
canlıdır.
Medyada insanlara aktarılan kuşların evrimi senaryoları, bilimsel bir
bulguya değil, evrimi bir dogma olarak benimseyen ve teoriye felsefi
nedenlerle bağlılıklarını sürdüren araştırma-cıların önyargılarına
dayanır. Asıl dikkat çekici olan nokta ise, bilimin bulgularının
gerçekte bu Darwinist iddiaları kesin bir şekilde reddediyor olmasıdır.
Kuşlardaki özgün yapılar, orta-ya koydukları “indirgenemez komplekslik”
özelliğiyle evrimi yalanlamakta, kuşları Allah’ın yarattığı gerçeğini
doğrulamaktadır. Şimdi kuşlardaki yapıları daha yakından inceleyelim:
Kuş Akciğerinin İndirgenemez Kompleks Yapısı
Dinozorlar sürüngenler familyasındandırlar. Kuşlarla
sürüngenler familyası incelendiğinde birbirlerinden çok farklı bir
fizyolojiye sahip oldukları görülür. Öncelikle kuşlar sıcakkanlı
oldukları halde sürüngenler soğukkanlıdır. Soğukkanlı sürüngenlerin
metabolizmaları yavaş işler. Kuşlar ise uçma gibi yorucu bir hareket
için çok fazla enerji tüketirler. Metabolizmaları sürüngenlerinkinden
çok daha hızlıdır. Kuşlarda hücrelere oksijenin iletilmesi çok çabuk
gerçekleşmelidir. Bunun için özel bir solunum sistemiyle
donatılmışlardır. Akciğerlerde hava tek yönde ilerleyerek organizmanın
oksijen kazanımını geciktirmez. Sürüngenlerde ise alınan hava aynı
kanallardan tekrar geri gönderilmelidir. Tek yönlü hava kanalı sadece
kuş akciğerinde bulunan, özgün bir yapıdır. Böyle kompleks bir yapının
aşamalarla ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü canlının hayatta
kalması için söz konusu tek yönlü hava kanalı sistemi ve akciğerler
kusursuz bir şekilde ve her an var olmalıdır. Darwinizm’e getirdiği
eleştirilerle tanınan moleküler biyolog Michael Denton bu konuda şunları
söylemektedir:
“Böyle özgün bir solunum sisteminin
evriminin, omurgalılardaki standart tasarımdan aşamalarla ve belli bir
yön olmaksızın nasıl gerçekleşmiş olabileceğini zihinde canlandırmak;
özellikle solunumun organizmanın hayatta kalmasında üstlendiği kritik
rol gözönüne alındığında, çok zordur.” Michael J. Denton, Nature’s
Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 361
 Kuş
akciğerleri, kara canlılarının akciğerlerine göre tamamen ters biçimde
işler. Kara canlıları havayı aynı kanaldan alır ve verirler. Kuşlarda
ise, hava akciğerde sürekli tek bir yönde hareket eder. Bu, akciğerlerin
etrafında bulunan özel “hava kesecikleri” tarafından sağlanmaktadır.
Detayları arka sayfada görülen bu sistem sayesinde kuşlar bizim gibi
kesintili biçimde değil, sürekli olarak nefes alırlar. Uçuş sırasında
yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için böyle özel bir
“donanım” yaratılmıştır. Bu yapının sürüngen akciğerinden evrimleşerek
ortaya çıkması ise imkansızdır, çünkü iki farklı akciğer yapısı
arasındaki “ara” bir yapıyla nefes alınamaz.
|
1. Kuş Akciğerinin Özgün Yapısı Evrimi Yalanlıyor
 NEFES
ALIRKEN: Kuşun nefes borusundan içeri giren temiz hava, hem akciğere
hem de akciğerin arkasında bulunan arka hava keseciklerine girer.
Akciğerde bulunan kirlenmiş hava ise ön hava keseciklerine aktarılır. NEFES
VERİRKEN: Kuş nefes verirken, arka hava keseciklerinde biriktirilmiş
olan temiz hava, akciğerin içine dolar. Bu sistem sayesinde kuşun
ciğerlerinde temiz hava akımı hiç kesilmeden devam eder.
|
Sürüngen-kuş evrimi senaryosunu imkansız kılan çok önemli bir nokta, kuş akciğerinin evrimle açıklanamayan özgün yapısıdır.
Kara
canlılarının akciğerleri “çift yönlü” bir yapıya sahiptir: Nefes alma
sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve küçük
hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada
gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters
yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş
yoluyla da dışarı atılır.
Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca “tek yönlü” hareket eder.
Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve bu
kanallar boyunca uzanan özel hava kesecikleri sayesinde hava daimi
olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Bu sayede kuş, havadaki
oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Böylece kuşun yüksek enerji
ihtiyacı karşılanmış olur. “Avien akciğer” olarak bilinen bu özel
solunum sistemi, konunun uzmanlarından H. R. Duncker tarafından şöyle
anlatılmaktadır:
“Kuşlarda ana bronş, akciğer dokusunu
oluşturan tüplere ayrılır. “Parabronş” olarak adlandırılan bu tüpler
sonunda tekrar birleşerek, havanın akciğerler boyunca tek bir yönde
devamlı akımını sağlayacak sistemi meydana getirirler… Kuşlardaki
akciğerlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalışması tümüyle
kendine özgüdür. Kuşlardaki bu “avien” sistemi başka hiçbir omurgalı
akciğerinde bulunmaz. Bu sistem bütün kuş türlerinde aynıdır”. R.
Dduncker, “Development of the Avian Respiratory and Circulation
Systems”, J. Piper, Respiratory Function in Birds: Adult and Embriyonic,
New York: Springer Verlag, 1978, s. 260-273
Önemli olan, çift yönlü hava akışına sahip olan sürüngen akciğerinin,
tek yönlü hava akışına sahip olan kuş akciğerine evrimleşmesinin
imkansız oluşudur. Çünkü bu iki akciğer yapısının arasında kalacak bir
“geçiş” modeli mümkün değildir. Bir canlı yaşamak için daima nefes almak
zorundadır ve akciğer yapısını baştan aşağı değiştirecek bir yapı
değişikliği mutlak ölümle sonuçlanacaktır. Kaldı ki bu değişiklik evrime
göre milyonlarca yıl içinde kademe kademe gerçekleşmelidir, oysa
akciğeri çalışmayan bir canlı birkaç dakikadan fazla yaşayamaz.
Avustralya’daki
Otega Üniversitesi’nden moleküler biyolog Michael Denton, kuş
akciğerinin kökenine evrimci bir açıklama getirmenin imkansızlığını
şöyle belirtir:
“Böyle tamamen değişik bir solunum
sisteminin, azar azar küçük değişikliklerle standart omurgalı
dizaynından evrimleşmiş olduğu iddiası, düşünülmeden ortaya atılmış bir
tezdir. Solunum faaliyetinin bu evrim süresince hiç aksamadan korunması,
organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik
fonksiyon ölümle sonuçlanacaktır. Kuş akciğeri de, içinde dallanmış olan
parabronşlar ve bu parabronşlara hava sağlanmasını garanti eden hava
kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde gelişmiş olana kadar ve
beraberce, iç içe geçmiş mükemmel bir şekilde işlevini yapana kadar, bir
solunum organı olarak görev yapamaz”. Michael Denton, Evolution: A
Theory in Crisis, London, Burnett Books Limited, 1985, s. 210
 Bu
şemalarda çok basitleştirilmiş halde gösterilen bu akciğer sisteminin
daha pek çok detayı vardır. Örneğin ciğerlerle keseciklerin bağlantı
noktalarında, ha-vanın doğru yönde akmasını sağlayan özel tıkaçlar ve
kapakçıklar bulunmakta-dır. Tüm bunlar, ortada çok kusursuz bir
yaratılış olduğunu göstermektedir. Bu özel sistemler, hem evrim
iddiasına yönelik öldürücü bir darbedir hem de Yaratılış Gerçeğinin
sayısız delilinden biridir.
|
Kısacası, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş,
ara geçiş safhasında bulunan bir akciğerin hiçbir işlevselliğinin
olmaması nedeniyle mümkün değildir.
Bu konuda belirtilmesi gereken ikinci nokta, sürüngenlerin
diyaframlı, kuşların ise diyaframsız bir solunum sistemine sahip
olmalarıdır. Bu farklı yapı da yine iki akciğer tipi arasında
gerçekleşecek bir evrimi imkansız kılar. Solunumsal fizyoloji alanında
otorite sayılan John Ruben, bu konuda şu yorumu yapar:
“Theropod bir dinozorun kuşlara
evrimleşmesi, diyaframında ciddi bir handikap oluşmasını
gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yeteneğini çok kritik
bir biçimde sınırlayacaktır… Buna neden olabilecek bir mutasyonun
selektif bir avantaj sağlaması imkansız gözükmektedir”. Ruben, J.A.,
T.D. Jones, N.R. Geist, and W.J Hillenius. “Lung Structure And
Ventilation in Theropod Di nosaurs and Early Birds”. Science 278: 1267
Kuş
akciğerinin evrime meydan okuyan bir diğer özelliği, hiçbir zaman
havasız kalmayan ve kaldığında “çökme” tehlikesiyle karşılaşan ilginç
yapısıdır. Michael Denton, bu konuyu da şöyle açıklar:
“Bu denli farklı bir solunum sisteminin,
standart omurgalı dizaynından evrimleş-miş olabileceğini düşünmek
neredeyse imkansızdır. Özellikle de solunum sisteminin çalışır halde
korunmasının bir organizmanın yaşamı için ne kadar zorunlu olduğu
düşünüldüğünde. Dahası, avien akciğerinin kendine özgü form ve
fonksiyonu, daha bir çok özelleşmiş adaptasyonu gerektirecektir… Çünkü
öncelikle, avien akciğeri vücut duvarlarına sıkıca tutturulmuştur ve
hacim olarak genişlemesi mümkün değildir. Öte yandan, akciğerdeki hava
tüplerinin çok dar yarıçapları ve bunların içindeki herhangi bir sıvının
yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, avien akciğeri, diğer omurgalıların
aksine, kendi içinde çökmüş bir durumdan alınıp yeniden havayla
doldurulamaz… (Bu yüzden) Kuşlarda, akciğerin içindeki hava kesecikleri,
diğer omurgalıların aksine, hiçbir zaman boşaltılmaz. Aksine ciğerler
ilk gelişmeye başladıkları andan itibaren daima ya sıvıyla (embriyo
aşamasında) ya da havayla doludurlar.” Michael J. Denton, Nature’s
Destiny, Free Press. New York. 1998, s. 361
 Kuş
akciğeri içinde yer alan ve havanın tek yönlü olarak hareket etmesini
sağlayan küçük “parabronş” tüpleri. Bu tüplerin her biri 0.5 mm
çapındadır. Bu mü-kemmel sistem, kuşlar dışında başka hiçbir canlı
anatomisinde bulunmayan özel bir yapıdır ve başka bir canlıdan
evrimleşmesi imkansızdır.
|
Yani, kuşların akciğer kanalları o kadar dardır ki, bu
akciğerin içindeki hava kesecikleri diğer kara canlılarının ciğerleri
gibi havayla dolup boşalamaz. Eğer kuş akciğeri bir kez tam olarak
boşalsa, kuş bir daha ciğerlerine hava çekemeyecek ya da en azından bunu
yapmakta çok büyük bir zorluk çekecektir. Bu yüzden akciğerin etrafına
yerleştirilmiş olan hava kesecikleri sürekli bir hava akışı sağlar ve
ciğerleri havasız kalıp sönmekten korur.
Elbette ki, sürüngenlerin ve diğer omurgalıların akciğerlerinden
tamamen farklı olan ve olağanüstü derecede hassas dengelere dayanan bu
sistem, evrimin iddia ettiği gibi bilinçsiz mutasyonlarla, kademe kademe
gelişmiş olamaz. Denton, kuş akciğerinin bu yapısının Darwinizm’i
geçersiz kıldığını şöyle ifade etmektedir:
“Kuş
akciğeri, bizleri, Darwin’in ‘eğer birbirini takip eden çok sayıda
küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu
gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır’ şeklindeki meydan
okuyuşuna cevap vermeye götürmektedir”. (Michael J. Denton, Nature’s
Destiny, Free Press. New York. 1998, s. 361-362) Kuş akciğerinin özgün
yapısı bize çok önemli birşeyin de hatırlatıcısıdır. Evrim teorisi,
gerçeklerle taban tabana zıt bir dogmadır. Kuşların kökeniyle ilgili
iddialarının ne kadar hayali olduğu ortadadır. Evrimciler, teorilerini
destekleyebilecek hiçbir fosil kaydı olmadığı halde, kuşların ağaçlardan
ağaçlara atlayan kara canlılarını ya da avlayacakları sineklerin
peşinden koşarken savurdukları önkolları kanatlara dönüşerek kuş olup
uçan dinozorların hikayelerini anlatmaktadırlar. Darwin’den bu yana
geçen yaklaşık 150 yıl boyunca kuş evrimini destekleyebilecek tek bir
kanıt bulunamamıştır. Günümüzde Darwinistlerce desteklenmeye devam
edilen kuşların evrimi teorileri sadece birer hayalden ibarettir. Modern
bilim ise, kuşların evrimle ortaya çıkması mümkün olmayan yapılara
sahip olduklarını göstermektedir.
Kuşların evrimi teorileri birer HAYAL, kuş akciğerindeki indirgenemez
komplekslik bir GERÇEKtir ve bu canlıları Allah’ın yarattığını
kanıtlamaktadır. Elbette ki on yıllarını bilime adamış uzmanların
gerçeği bırakıp da hayallerin peşinde koşmayı sürdürmelerinin sebebi
BİLİMSEL değil, PSiKOLOJİKtir, İDEOLOJİKtir.
Kısacası kuşların evrimiyle ilgili medyada gördüğünüz tüm iddia ve
haberler, bilimsel doğrulara değil, felsefi nedenlerle ayakta tutulan
bir dünya görüşüne, Darwinizm’e zemin sağlama çabalarına dayanmaktadır.
Ancak böylesine sahte bir teoriye zemin sağlamak için her ne çaba
gösterilirse gösterilsin, kuşların evrimi propagandası bilimsel olarak
geçersizdir.
Allah bu gerçeği bir ayetinde şu şekilde haber vermiştir:
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları
görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah’)tan başkası (boşlukta)
tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)
2. Kanatların İndirgenemez Kompleks Yapısı
SÜLÜN KANADI
|
Uçuşun hayali evrimini kabul etmek, belli aşamalarda
kanatların “ilkel” ve dolayısıyla yetersiz olduğunu kabul etmeyi
gerektirir. Ancak “yetersiz bir kanat” çok az da olsa uçmak için bile
yeterli değildir. Uçuşun gerçekleşebilmesi için, canlıda kanatların
eksiksiz ve kusursuz olarak bulunması gerekir. Bu durumu evrimci biyolog
Engin Korur şöyle itiraf etmektedir:
“Gözlerin ve kanatların ortak özelliği
ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine
getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım
kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu, doğanın henüz iyi
aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır.” Engin Korur,
“Gözlerin ve Kanatların Sırrı”, Bilim ve Teknik, Ekim 1984, Sayı 203, s.
25
Bir paleontolog olan ve fosil kayıtlarının Darwinci kademeli evrim
modelini açıkça yalanladığını gösteren Stephen J. Gould ise kuşların
kanatlarının yavaş yavaş gelişmiş olamayacağını şu sözlerle ifade eder:
“Ancak eğer evrim, her biri doğal
seleksiyonla seçilen ara geçişlerden oluşan uzun bir seriyi katetmek
zorundaysa, böyle detaylı yapıları nasıl elde edebilirsiniz? % 2 kanatla
uçamazsınız. Diğer bir deyişle, doğal seleksiyon ancak çok detaylı
formlarda kullanılabilen böyle yapıların başlangıç aşamalarını nasıl
açıklayabilir?” Stephen. J. Gould, “Not Necessarily a Wing”, Natural
History, Ekim 1985, s. 12-13
Korur ve Gould, kanatların kademeli gelişimi modelinin açmazları
konusunda gayet haklıdır. Ancak burada vurgulanması gereken çok önemli
bir nokta daha vardır. Evrim teorisinin iddialarına göre bir özelliğin
seçilmesi için o özelliğin fonksiyonel olması gerekir. En önemlisi,
rastlantısal değişimlerin aşama aşama gelişmesi sürecinde canlının
yaşamını sürdürebilen “fonksiyonel bir bütün” olması şarttır.
American Zoology dergisinde yayınlanan bir makalesinde, biyoloji
profesörü ve aynı zamanda bir kuşbilimci olan Walter. J. Bock bu konuda
şunları yazar:
“…evrimsel bir seride organizmalar, bu
serinin her bir aşamasında belli çevrelerden [çevre şartlarından] doğan
seçilimsel ihtiyaçlarla başarılı bir şekilde etkileşim içinde olan
fonksiyonel bütünler olmalıdır.” Walter j. Bock, “Explanatory History of
the Origin of Feathers”, American Zoology, 40: sf. 482, (2000) (vurgu
bize ait) Burada kanatların evrimi iddialarıyla ilgili çok önemli bir
çelişki ortaya çıkmaktadır. Çünkü ön ayaklarda meydana gelecek
mutasyonlar, canlıya çalışır bir kanat kazandırmadığı gibi, onu ön
ayaklarından da mahrum bırakacaktır. Bu ise, bu canlının, diğer
türdeşlerine göre daha dezavantajlı (yani sakat) bir bedene sahip olması
anlamına gelir. Elbette ön ayakları fonksiyonel bir ayak veya
fonksiyonel bir kanat olarak işe yaramayan bir canlı, avcılardan
korunma, avlanma, eşleşme gibi yaşamsal faaliyetlerini eskiden olduğu
gibi rahat bir şekilde yerine getiremeyecek, kazandığı bu dezavantaj
yüzünden elenip yok olacaktır.
Kuşların Doğa Tarihi ve Archaeopteryx
Kuşların anatomilerindeki komplekslik bizlere bu
canlıları Yüce Allah’ın yarattığını gösterirken, fosil kayıtları da bu
gerçeği destekler şekilde canlıların “aniden ortaya çıktıklarını”
kanıtlamaktadır.
Bilinen en eski kuş fosili, 150 milyon yıl yaşındaki
Archaeopteryx’tir. Bu canlı, kusursuz uçuş kasları ve uçuşa uygun
tüyleriyle, uçucu bir kuştur. Daha önce yaşamış yarı sürüngen yarı kuş
hiçbir canlının fosiline rastlanmamıştır. Dolayısıyla Archaeopteryx’in
ilk kuş olduğunu ve modern kuşlar kadar “uçucu” olan yapısıyla evrim
teorisi aleyhinde bir delil olduğunu söyleyebiliriz.
Yine de evrimciler 19. yüzyıldan bu yana Archaeopteryx hakkında
spekülasyon yapmaktadırlar. Ağzında dişlerin, kanatlarında pençe benzeri
tırnakların var olması ve uzun kuyruğu, fosilin bu açılardan
sürüngenlere benzetilmesine neden olmuştur. Pek çok evrimci
Archaeopteryx’i “ilkel kuş” olarak tanımlamış, hatta bu canlının
kuşlardan çok sürüngenlere yakın olduğunu iddia etmiştir.
Ancak bu efsanenin çok yüzeysel olduğu;
canlının hiç de “ilkel kuş” olmadığı; aksine iskelet ve tüy yapısının
uçmaya son derece elverişli olduğu; sürüngenlere benzetilen
özellik-lerinin tarihte yaşamış ve hatta günümüzde yaşayan diğer bazı
kuşlarda da bulunduğu zamanla ortaya çıkmıştır. Archaeopteryx hakkındaki
evrimci spekülasyonlar günümüzde büyük ölçüde dinmiş durumdadır.
Dünyanın önde gelen ornitoloji (kuş bilimi) uzmanlarından biri olan
Kuzey Carolina Üniversitesi Biyoloji Bölümü profesörü Alan Feduccia’nın
belirttiği gibi “Archaeopteryx’in çeşitli anatomik özellikleri üzerine
yapılan yeni araştırmaların pek çoğu, bu canlının daha önce hayal
edilenden çok daha kuş benzeri bir canlı olduğunu göstermiştir”.
Archaeopteryx hakkında çizilen “yarı sürüngen canlı” portresinin ise
yanlışlığı ortaya çıkmıştır; yine Feduccia’ya göre “Archaeopteryx’in
theropod dinozorlara olan benzerliği çok büyük ölçüde abartılmıştır.”
Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press,
1999, s. 81
Kısacası kuşların evrimi, biyolojik veya paleontolojik
kanıtları olan tutarlı bir tez değil, Darwinist önyargılardan
kaynaklanan tamamen hayali ve gerçek dışı bir iddiadır. Bazı uzmanların
bilimsel bir gerçekmiş gibi söz etmeyi sevdiği kuş evrimi konusu,
felsefi nedenlerle ayakta tutulan bir masaldan ibarettir. Bilimin
gösterdiği gerçek, kuşlarda kusursuz bir yapının olduğu yani kuşları
Allah’ın muhteşem özelliklerle ve donanımlarla yaratmış olduğudur. Bir
ayette şöyle buyrulmaktadır:
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan
kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve
tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir.
(Nur Suresi, 41)
Tüydeki Mikroskobik Kanca Sistemi
Evrimciler, kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini
savunurlar. Ancak bunu geçersiz kılan birçok faktör vardır. Bunlardan
biri, iki canlı grubunun son derece farklı olan yüzey yapılarıdır.
Kuşlar tüylerle, sürüngenler ise pullarla kaplıdır. Bu yapılar
birbirlerinden son derece farklıdır ve tüylerin pullardan evrimleştiği
iddiasını destekleyebilecek tek bir fosil örneği yoktur.
Tüylerdeki Hassas Düzen
Tüyler,
“hayvanlarda bulunan en kompleks epidermal (üst deriye ait) uzantılar”
olarak nitelendirilmektedir. Bu olağanüstü yapılar, kuşların uçma
işlevini sağlar, yüksek seviyede verimli, ama aynı zamanda son derece
hafif özelliktedirler. Kuş kanatlarındaki tüyler Yüce Allah’ın üstün
yaratmasını gözler önüne seren mükemmel yapılardır. Tüyler; ebat, şekil,
renk ve doku açısından o kadar fazla çeşitliliğe sahiptir ki, çok az
sayıda sanat eseri renk uyumunda tüylerle kıyaslanabilir. Prum, R. O.
And Williamson, S., “Theory of the Growth and Evolution of Feather
Shape”, Journal of Experimental Zoology (Molecular Developmental
Evolution) 291: 30-57, 2001
Ünlü ornitolog (kuş bilimci) Alan Feduccia, tüylerdeki mükemmel yapıyı şöyle tarif eder:
“Tüyler hafif, dayanıklı, aerodinamik bir
şekle, kıllar ve çengellerden oluşan detaylı bir yapıya sahiptirler. Bu
da onları su geçirmez yapar ve gagayla yapılan kısa süreli bir düzeltme,
düzleşmiş tüyü tamamen anatomik şekle tekrar sokabilir.” A. Feduccia,
The Origin and Evolution of Birds (New Haven, CT: Yale University Press,
1996), p. 130
İrice bir kuşun tek bir uçuş tüyünde
bulunan kılların sayısı 1.000.000′u bulabilir. Üstteki resimde, kıllar
üzerinde bulunan minik kancaların 20,000 defa büyütülmüş resmini
görüyorsunuz. Bu kancaların sahip oldukları yapı sayesinde, kıllar
zorlandıklarında birbirinden ayrılabilirler ve böylelikle kuşun kanat ve
tüylerinin sert rüzgarda zarar görmesini önlemiş olurlar.
Evrimciler tüylerin, kuşların sözde ataları olan sürüngenlerin
pullarından evrimleştiğini iddia ederler. Oysa pullar, deride
katlanmalardır; tüyler ise saça benzer şekilde derinin içindeki
foliküllerden (küçük boşluk) çıkar. Tüyler, sap, kıllar ve kancalardan
meydana gelir. Üstelik kıllarla pulların ortaya çıktığı yer de çok
farklıdır.
Tüylerdeki Komplekslik
 |
Tüyler ve diğer yapılar kuşun “elbisesini” (plumage)
oluşturur. Elbise, dermal ve subdermal (derialtı) kaslar, bağlar, beyin
ve duyu organları hep birlikte, kompleks bir ünite olarak çalışması
gereken, ‘parçaları birbirine bağlı’ bir yapı oluşturur, aksi takdirde
tüyün sağlıklı bir şekilde işlev görmesi mümkün olmaz. Ayrıca açı,
kalınlık ve şekil gibi detaylarla olağanüstü bir hassasiyet söz
konusudur. Öyle ki, en küçük sapmalar bile uçuşun sayısız sistemden
oluşan müthiş komplekslikteki yapısını zedeler ve sistemi çalışmaz hale
getirebilir. Bunlara folikül yapısı ve kompleksliği de dahil
edildiğinde, bu sistemin evrimle ortaya çıktığı senaryoları büsbütün
saçma bir hal alır. Gerçekte bu hayali evrimin aşamalarının tahmini dahi
mümkün görünmemektedir.
Evrimci bir yayında bunun güçlüğü şöyle itiraf edilir:
“…
ilk tüylerin evrimini düşünmede en önemli zorluk, bu yapının nasıl olup
da, fonksiyonel olarak makul varsayıma dayalı morfolojik basamaklar[*]
serisiyle ve sürekli seçici kuvvetler serisinden geçerek oluştuğunu
açıklamadaki zorluktur.” Regal, P., “The Evolutionary origin of
Feathers”, The Quarterly Review of Biology, 50(1): 35-66, 1975:s. 35-36
Bir başka evrimci kaynakta ise şu yorum
yapılır: “Tüylerin evriminin en eski aşamaları üzerinde bile spekülasyon
yapmak zorluklarla doludur.” Bock, W. J, “Explanatory History of the
origin of Feathers”, American Zoology, 40: 478-485
Pul ile Tüy Arasındaki Aşılmaz Farklar
 Evrim
teorisi kuşların mükemmel ve uçmak için dizayn edilmiş tüylerinin
sürüngen pullarından evrimleştiği iddiasındadır. Oysa tüyler ve pullar,
yapı, genetik köken ve embriyolojik gelişim yönünden birbirlerinden
tamamen farklıdır. Kuş tüyleri, doğrudan canlının kemiklerine
tutturulmuş olan sağlam “telek”ler üzerinde gelişir. Bu yapı, kuşların
sözde atası olan sürüngenlerin pullarından tamamen farklıdır. Pulların
kemiklerle hiçbir bağlantısı yoktur.
|
Tüyle pul arasındaki büyük farklılık, ikisinin bilgisini
genetik seviyede kodlayan genler arasında da mevcuttur. Bu durum ise
kaçınılmaz olarak pullara sahip bir sürüngenin, sözde kuşa dönüşüm
aşamasında, kuş tüyü için gerekli genetik bilgiyi hangi mekanizmayla,
nasıl kazanmış olabileceği sorusunu gündeme getirir. Evrim teorisine
göre doğada o zamana dek bulunmayan tüylerin genetik bilgisi yeni bilgi
olmalı, ayrıca bu bilgiler sürüngenin DNA’sına doğal sebeplere dayalı
bir mekanizmayla eklenmiş olmalıdır. Evrimciler sözde mekanizma olarak
rastgele mutasyonları öne sürmektedirler. Ancak mutasyonların canlılara
yeni genetik bilgiler eklemesi gibi bir durumun mümkün olmadığı,
dolayısıyla onları evrimleştirici bir etkisi-nin olmadığı da
bilinmektedir. Bir mekanizma göstermede çaresiz olan evrimciler yine de
iddialarından vazgeçmemekte, “vardır, o halde evrimleşmiştir” mantığında
hareket etmektedirler. Bir başka deyişle, tüylerin pullardan
evrimleştiği iddiası hiçbir bilimsel delil olmaksızın savunulmaktadır.
Evrimciler tüylerin evrimi iddialarındaki çıkmazı, senaryoya
spekülatif bir aşama ekleyerek gidermeye çalışmışlardır. Buna göre
tüylerin dinozorlarda, önce ısı yalıtımında fayda sağlayacak şekilde
ortaya çıktığı, sonra bunların uçuşa faydalı olacak şekilde evrimleşerek
özelleştiği iddia edilmektedir. Bu, evrimcilerin “işte öylesine
hikayeler”inden bir tanesidir.** “İşte öylesine hikayeler” evrimcilerin
sıklıkla başvurduğu ancak hiçbir bilimsel yönü olmayan hayali
senaryolardır. Bu hikayelerin oluşturulması da son derece kolaydır. Önce
bir canlıya ait özelliğin avantajlı yönü veya yönleri tarif edilir.
Sonra bu avantajın nasıl evrimleşmiş olabileceğine dair bir senaryo
üretilir. Elbette bu şekilde oluşturulacak evrimci tezlerin pratikte bir
sınırı yoktur. Diğer tüm “işte öylesine hikayeler” gibi, bu evrim
hikayesi de yeni genetik bilginin nasıl ortaya çıkmış olabileceğine dair
bir cevap verememektedir.
Kuşların Evrimi Senaryosuna Bir Darbe Daha
Bu konudaki bir diğer önemli
nokta, uçamayan kuşlardaki tüy yapısının, tüylerin sözde evriminin önce
ısı yalıtımı sonra uçuş için gerçekleştiği iddiasına tamamen aykırı
özellikler göstermesidir. Tavuk gibi uçamayan kuşların tüyleri
incelendiğinde bunların, uçan kuşlardaki tüylerden farklı olduğu
görülür. Uçamayan kuşlarda tüyler, uçabilen kuşlardaki gibi aerodinamik
yapıda değil, püskülleşmiş yapıdadır. Bu püsküller de memelilerin
vücudunu kaplayan kıllarla benzerlik göstermektedir. Bu benzerlikle
ilgili bilinmesi gereken şey, memelilerdeki kılların ısı yalıtımını çok
sağlıklı bir şekilde düzenliyor olduklarıdır. Buna göre uçmayı mümkün
kılmayan ve püskülleşmiş yapıda olan tüyler ısı yalıtımı açısından
avantaj sağlayacaktır.
Bu avantaj ise ısı yalıtımından uçuşa geçildiğini varsayan evrimci
senaryoya darbe oluşturmaktadır. Çünkü bu senaryoya göre ilk başta ısı
yalıtımı için evrimleştiği varsayılan tüyler püskülleşmiş yapıda
olmalıdır ve bu durumda sadece daha iyi ısı yalıtımı sağlayan, yani daha
fazla püskülleşmiş tüyler seçilecektir. Dolayısıyla püsküllü yapıdan
aerodinamik yapıya doğru olduğu varsayılan hayali ilerlemeler
elenecektir.
Bu durumda tüy yapısının ısı yalıtımından sonra uçmak üzere
özelleşeceğini gösteren hiçbir kanıt olmadığı ortaya çıkar. Hatta
uçamayan kuşlardaki kıl benzeri tüyler, bu hayali sürecin aslında tam
aksi yönde çalışacağının düşünülmesini gerektirir. Kısacası evrimciler
hayal kurmakta, gerçekleşmesi mümkün olmayan senaryolar
geliştirmektedirler.
Pullar ve tüylerin yapıtaşları arasında biyokimyasal gelişim
açısından önemli bir fark vardır. Her ikisi de keratinden (insan saçının
da yapı taşı olan bir tür protein) meydana gelir; tüyler F-keratin,
pullar ise A-keratinden yapılır. Ancak bu iki tip keratinin biyokimyasal
yolları birbirinden çok farklıdır. Bu konuda önde gelen uzmanlardan
biri olan A. H. Brush, şu yorumu yapar: “
Morfolojik seviyede tüylerin, sürüngen
pullarıyla genellikle homolog oldukları düşünülür. Ancak tüyler gelişim
sırasında; morfojenezde [şekil/form oluşumu], gen yapısında, protein
şeklinde ve dizisinde ve filament oluşumu ve yapısında pullardan
farklıdır.” A. H. Brush, “On the Origin of Feathers,” Journal of
Evolutionary Biology, 9:131-142, 1996
Fosil Kayıtları Tüy Evrimini Reddediyor
Pul ile tüy arasındaki aşılmaz yapısal farklılıklar
evrimcilerin iddialarının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bütün bunların yanı sıra bilinen en eski kuş olan Archaeopteryx
günümüzün uçucu kuşlarından farksız, asimetrik bir tüy yapısına
sahiptir. Yani bilinen en eski kuş evrim teorisine göre beklenmesi
gereken “ilkel” tüy yapısıyla değil en mükemmel tüy yapısıyla birlikte
ortaya çıkmıştır. L. Martin ve S. A. Czerkas şöyle der:
“Bilinen en eski tüylerin. mikroskop
altında detaylı bir şekilde incelendiklerinde zaten eksiksiz, modern
tüyler olduğu görülür.” Martin, L. And Czerkas, S. A., “The Fossil
Record of Feather Evolution in the Mesozoic”, American Zoology, 40:
687-694, 2000; s. 687
L. Martin ve S.A. Czerkas isimli
araştırmacıların bu sözleri, fosil kayıtlarının tüylerin evrimi
senaryolarını geçersiz kıldığını açıkça göstermektedir. Columbia
Üniversitesi’nden bir biyolog aynı durumu şu sözlerle itiraf eder:
“Elimizde en ilkel tüyle sürüngen pulları arasındaki ara formların
hiçbiri bulunmuyor.” Bock, W. J, “Explanatory History of the origin of
Feathers”, American Zoology, 40: 480
Bir Aerodinamik Bilimcinin Yorumları
Leeds Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve aerodinamik
biliminde bir uzman olan araştırmacı Dr. Andy McIntosh, kendisiyle
yapılan bir röportajda tüylerdeki üstün yapıyı şöyle anlatmaktadır:
“Kuş uçuşu harika birşeydir; tüyleri düşünün. Eğer bir tüye mikroskop
altında bakacak olursanız, ana gövdeyi ve bundan sola ve sağa doğru
çıkan tüyleri, bu tüylerden yine sola ve sağa çıkan daha da küçük
tüycükleri görürsünüz. Burada ilgi çekici olan, sol elli olanların
kancalara, sağ elli olanların kabartılara sahip olmasıdır. Tüy çok hafif
bir yapıdır ve öyle tasarlanmıştır ki, eğer onu bükecek olursanız
onunla birlikte herşey bükülür. Böylece kancalar kabartılara tutunur ve
kabartılar üzerinde kayarlar. Böyle hafif ve kullanışlı yapılar bir
makine mühendisinin rüyasıdır. Eğer siz böyle kaygan bir ekleme sahip
olsanız, eklem mutlaka yağlama da gerektirecektir. Kuş ise, bunu
yapabilmek için, kafasını boynunun etrafında 1800 kadar döndürür ve
gagasını omurgasının tam sırtında bulunan küçücük yağ bezine daldırır.
Daha sonra gagasına bulaştırdığı yağı tüm tüylerine yayarak onlara bakım
yapar. Bağlantı yerlerini yağlamış olur ve böylece tüyler mükemmel bir
şekilde birleşebilirler. Bu bir mühendislik harikasıdır…
Dr. McIntosh, böyle üstün bir düzene sahip tüylerin evrimleştiği yani
bilinçli olarak yaratılmadığı fikrini bilimsel bulmamaktadır. McIntosh,
bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
“Bir kitapta Hong Kong’a iniş yapan bir
uçağı ve tam da o anda yere konmak üzere olan bir şahinin resmini
görmüştüm. Şimdi, kuşlar ve uçakları birlikte ele aldığınızda, birinin
tasarlanmış olduğunu ama diğerinin olmadığını mı söylersiniz? Ben bunu
söylemeyi bilimsel açıdan uygunsuz buluyorum.” “Flying High”, An
interview with Dr. Andy McIntosh
http://www.answersingenesis.org/home/area/magazines/docs/v20n2_mcintosh.asp
Kuşların Evrimi Senaryosuna Bir Başka Önemli Darbe: Tavus Kuşu Tüyleri
Kuşların evrimi senaryolarının geçersizliğini gösteren
bir başka önemli örnek de tavus kuşunun tüyleridir. Bu canlının harika
renkler ve desenlere sahip olmasını sağlayan yapı, hem çok estetik, hem
de çok komplekstir. Bu yüzden Charles Darwin tavus kuşu tüylerindeki
muhteşem güzelliklerle dolu yapıyı görünce iddialarının tutarsızlığıyla
yüzyüze gelmiş ve şu itirafı yapmıştır:
“Bir tavus kuşunun kuyruğundaki tüyün
görünümü, ne zaman bakacak olsam, beni hasta ediyor.” Darwin, F., (Ed),
Letter to Asa Gray, dated 3 April 1860, The Life and Letters of Charles
Darwin, John Murray, London, Vol. 2, s. 296, 1887; 1911 Edition, D.
Appleton and Company, New York and London, Vol. 2, s. 90-91
Tavus kuşu tüyünde, matematiksel denklemlere dayalı
geometrik desenler vardır. Bu tüylerde, ışığı yansıtma açısına göre
değişen gözalıcı renklerin şaşırtıcı bir özelliği pigmentlere bağlı
olmamalarıdır. Bu yapıyı yakından inceleyen araştırmacılar, tüylerin
katmanlarının son derece özel ayarlandığını ve desenleri ortaya çıkaran
yapının indirgenemez komplekslikte olduğunu ortaya çıkarmışlardır.
Elbette böyle bir tüy yapısı doğal sebeplere dayalı hayali süreçlerle
açıklanamamakta ve Darwin’in teorisinin geçersizliğini göstermektedir.
www.tuymucizesi.com
SONUÇ:
Gerçekte yaşayan kuşlarla sözde ataları olan yaşayan sürüngenler
arasında derin anatomik farklılıklar bulunur. Omurgalı Palentolojisi
konusunda dünyanın sayılı uzmanları arasında yer alan Robert Caroll bu
konuda şunları söyler:
“Kuşlar, tüm omurgalı
sınıfları arasında açıkça en özgün gruptur, ve en yakın akrabaları
olduğu ileri sürülen sürüngenlerle aralarında anatomi ve yaşam şekli
açısından dev farklılıklar vardır.” Caroll, R. , Patterns and Processes
of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, New York, 1997 s.
306
Yukarıdaki bu sözler önemli bir gerçeğin itirafıdır. Bunlar, hem
fosil kayıtlarında hem de iki canlı grubunun yaşayan örnekleri arasında
bir evrim yaşandığı tezini yalanlamaktadır.
Muhteşem Tüyleriyle Sülün
Evrimciler kuşların evrimi senaryolarını bilimsel kanıta
dayalı tutarlı bir tez olarak değil, felsefi nedenlerle sarıldıkları
bir dogma olarak benimsemektedirler. Kuş tüylerindeki kompleks yapı ve
fosil kayıtlarında tüylerin evrimine delil gösterilebilecek hiçbir örnek
bulunamamasının tek bir izahı vardır. Kuşlar evrimleşmemiş, yoktan var
edilmiş, yani yaratılmışlardır. Hiç şüphesiz kuşların mükemmel
yapılarını ve uçma yeteneklerini herşeyi bilen, onları ve tüm
varlıkları, yerde ve gökte olanların tümünü yaratan üstün güç sahibi
Allah yaratmıştır. Allah kuşlara verdiği uçuş yeteneğini bir Kuran
ayetinde şöyle bildirmektedir:
“Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış)
kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah’tan başkası
tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır.”
(Nahl Suresi, 79)
(*) Varsayıma dayalı morfolojik basamaklar: Tüylerin, varsayılan
evrimleri boyunca izledikleri farzedilen, farklı görünümdeki yapısal
basamaklar
(**)Bu isim evrimci paleontolog Stephen Jay Gould’un, İngiliz öykü
yazarı ve şair Rudyard Kipling (1865-1936) tarafından 1902 yılında
yayınlanan aynı isimli kitaba atfen yaptığı eleştiriden gelmektedir.
Kipling, çocuklara yönelik hikayelerini derlediği bu kitabında;
canlıların çeşitli organlarını nasıl kazanmış olabileceğine dair hayal
gücüne dayalı gelişimsel masallar anlatmıştı.